Tekstil ve Hazır Giyimde Neden Global Markalarımız Yok?

Üniversite kazanmaya odaklı mevcut eğitim sistemi, yeterince teknik lise ve yüksek okul açılımını engelleyerek reel sektörleri negatif etkiliyor. Bu sebepten ötürü de kalifiye teknik eleman yetişmiyor.
Ülkemizde Milano, Londra, Paris gibi moda merkezlerinin olmayışı sektörümüzün potansiyelinin altında kalmasında büyük etken. Aradaki bağlantıyı sorgulayabilirsiniz. Kanımca bu konular birbirine son derece bağlantılıdır. Ülkemizde konfeksiyonun, diğer bir deyimle modanın kalbi İstanbul'da Merter, Laleli, Osmanbey ve Gedikpaşa'da atar. Ve maalesef bu bölgelerde sektör imitasyon marka ağırlıklı devam ediyor. Daha da önemlisi konfeksiyon ve moda sektöründe hala uluslararası reklama dev bir bütçe ayırabilen, cesaretli bir yatırımcı çıkmadı. İhracatçı birliklerinin de bu konuda daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece moda fuarı düzenlemek bu iş için yeterli bir eylem değil.
Marka, artı değer demektir. Büyük marka olmak sadece büyük, gösterişli binalardan iş yapmak demek değildir. Markalaşmanın bundan çok daha kapsamlı, çok daha planlı ve uzun vadeli bir eylemler silsilesi olduğunun farkına varmalıyız.
Markalaşma sabır işi
Bizim halkımız da çevre coğrafyadaki halklar gibi, yaşam ve ekonomik şartlar gereği, çoğunlukla günü ve kısa dönemi kurtarma çabası içerisindedir. Markalaşma ise çok zaman alan, emek gerektiren ve getirileri ancak uzun vadede belirginleşen; belki de modern ekonominin en kompleks alanlarından biridir. Zira tamamen soyut olmakla beraber, oluşturduğu her türlü değer de aynı oranda soyut değerler olarak kayda geçiyor.
Bizler dünyanın en büyük tekstil ve konfeksiyon firmalarına ürün üreten bir ülkeyiz. Dolayısıyla yıllardır biriken inanılmaz bir know-how’ımız var. Bunu katma değerli bir hale getiremiyor olmamızın sebebi ise yukarıda dile getirdiğim gibi günlük ve kısa dönem yaşam şartlarının beraberinde getirdiği belirsizlikler ve sık karşılaşılan ekonomik krizler olarak değerlendirebiliriz.
Bu konuya ışık tutacak sorulardan bazıları; 750.000 kişiden fazla insana ekmek kapısı olan bir ekosistemde neden bu sektöre özel ve özgün değer katacak bir okul yok? Nasıl olur da yılların birikimine sahip İzmir, Denizli, Bursa gibi iller bir ortak değer oluşturamaz?
O nedenle markalaşma ile her türlü kaynağı, bilgiyi birbirimize önermekten, bilgi alışverişi yapmaktan çekinmememiz gerekiyor. Bu konuda birbirimiz teşvik etmemiz, heyecanlandırmamız ve destek vermemiz gerekiyor.
Türkiye dev bir fason üretim merkezi haline geldi
Ekonominin can kaynağı kobiler için imalat maliyetleri her geçen gün artmakla birlikte ticari karlılık sürekli azalmakta. Ülkemizde küresel markalar kurup, bunlara üretim yapan fasonculardan oluşan bir eko-sistem oluşturmak yerine, Türkiye dev bir fason üretim merkezi haline geldi.
Cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarda en büyük ithalat kalemi yaklaşık %26’lık oran ile tekstildi. Bunu gören devlet öncelikle üç beyazın üretim sorununu halletmeye koyuldu. Bu üçlünün ilk ikisi; beslenme ana maddesi olan un ve şeker oldu. Üçüncüsü ise giyimin temel hammaddesi olan patiska (Amerikan bezi) oldu. Ülkemizin ilk tekstil merkezi ve okulu Sümerbank’tı. Bu kurum zamanla ülkenin en parlak beyinlerini yetiştirdi hatta Sümerbank bursu ile yurt dışına pek çok öğrenci de gönderildi.
Cumhuriyetimizin sonraki yıllarında, en kritik dönemde, tekstil sektörünü bırakma kararı alınmış. Oysa tam bu sırada tekstilde insan kaynağı tabanı oluşmuş, ülkede birkaç sayılı kurum marka olmaya yönelmişti. Fakat, Sümerbank’ın kapatılmasıyla iyi ve kaliteli insan gücünün neredeyse tamamı sektörden çekilip başka dallara kaydı veya yurt dışına gitti.
1970-2020 arasında kumaş ve dikiş kalitesi olarak çok iyi ürünleri çok uygun fiyatlara tedarik ettik ama artık bu yeterli değil. Bünyemizde dizayn-tasarım geliştiriciler yok denecek kadar az, teknik ve idari açıdan arayı kapatacak olanların çoğu da şansını yurt dışında denemek üzere gitti. Oysa tasarım olgusuna birazcık kıymet verilseydi bu topraklardan bir dünya markası çıkarmak bu denli zor olmayacaktı. Türkiye’de, örneğin LC Waikiki gibi, üretim kapasitesi ile eş zamanlı olarak tasarıma ve tasarımı satmaya odaklanan kısıtlı markalar var. Diliyorum ki bu isimler yakın gelecekte çoğalır.
“Patron kimse etiketini o vurur” mantığının değişmesi gerekiyor
Ülkemizde kaliteli binalarda son teknoloji donanıma sahip fabrikalar yapılıyor sonrasında ise ancak “Uluslararası markalar kalksın, gelsin ve bize iş versin, biz de fason üretim yapalım” diye bekleniyor. Ne yazık ki tasarım yapmaya, tasarım yapanları desteklemeye bütçe ayrılmıyor.
“Para kiminse marka da onundur” yahut “Patron kimse etiketini o vurur” mantığının değişmesi gerekiyor. Artık Türk markalarının da dış ülkelerde mağazalar açması ve kendi tasarımları ile marka olma gücünü kullanma zamanı gelmedi mi?
Fasonculuk Türkiye için bitmeli
Özbekistan’da çok güzel yeni fabrikalar açılıyor. Görüyoruz ki bu fabrikalarda Türk üreticilerden farklı bir şey yapılmıyor. Çoğu fason üretim yapıyor. Fakat dikkatimizi çeken bir husus var, o da Özbeklerin kendilerine İtalya’da yahut Amerika’da gördükleri sokak isimlerini veya bilinen bir markanın bir harfini değiştirip, kolay ve ucuz bir marka olmak yerine 1970-1980’lerden gelen orta ölçekli yabancı markaları satın alma yoluna gitmeleri. Marka adı seçimi çok daha fazla teknik analiz, ön araştırma gereken bir husus.
Geçmişte “Türkler çok iyi taş ve moloz işi yapar!” diyen Kanadalı maden şirketleri ya da “Siz makine yapamazsınız!” diyen Alman şirketleri, hatta ülkemizde makina üretilmemesi için gerekirse ajanlar tutarak sabote eden yabancı güçler, şimdi de aynı şekilde bize fasonculuk zihniyetini benimsetmeye çalışıyor. Buna engel olmanın tek yolu ise uluslararası markalar kurmaktan geçiyor. Bunun için Türk konfeksiyoncusu beraber çalışmak zorunda. Çünkü bu kilit ancak birlik ve beraberlikle kırılır. Fasonculuk Türkiye için bitmelidir! Bunun olabilmesi içinse uluslararası markalaşma artmalı, onun için de en önce dizayn ve tasarım gelişmelidir. Bu adımların atılması için ise ilgili STK’lar paydasında birleşmemiz, hep beraber çalışmamız gerekmektedir.
Saygılarımla,
KOMİD Başkanı
Haluk Akın